Adımı koyarken neden kimse bana sormadı? Yahu, bir insan düşünün her saniye saadetli olsun. E saadetli olabilirsin de Saadet olmak çok zor. Aman diyeyim yüksek bir egodan seslendiğimi düşünmeyin. Sakince, kendimce ama azıcık sitemle ses çıkarıyorum. Gürültü bile değil yaaanii.
Hepinize saadetli günler dileyerek en başa dönelim. Hani şu; başarısızlık, yalnızlık, becerememişlik, depresyon gibi sebeplerden iştahtan kesilme, hayattan kopma derken anoreksiya hikayemizin başladığı günleri kastetmiyorum. Dümdüz en baştan bahsediyorum.
Âdem ve Havva’dan gelen bir maceranın insanlarıyız. -Allah’ım şu an bi günah yazdırmazsan çok sevinirim, şu meseleyi bi anlatabileyim.-
Asıl hikâyeyi hepimiz biliyoruz değil mi? Hikâyenin farklı bir versiyonunda ikinci bir kadın var. Âdem’in ilk eşi Lilith, özgürlükçü ve günahkâr bir kadınmış kendileri, neymiş efendim bir erkeğe boyun eğemezmiş. E durur mu Âdem, istememiş Lilith’i. (Günah yazdırmıyorsun dimi Allah’ım, ben uydurmadım çünkü bunları, Âdem ile Havva Her Yerde isimli kitapta okumuştum da bir ara şimdi gıybetini yapıyorum.) Asıl macerada bundan sonra başlamış. Ne güzel takılıyorduk cennette, bir şeyler alabilmek için kendimizi paralamadan, sigorta derdi çekmeden. Ah ah… Neyse; ağaçtaki elma olgunlaşırken Tanrı Havva’yı yaratıyor Âdem’den. Kaburgaydı değil mi? Erkeğin bilmem neresinden geliyoruz sonuçta hepimiz. Anyway. Çarpıtmayın lafı işin sonu çamura sarıyor sonra. Küresel şehir değildi o zamanlar buralar, malumunuz. Yeşillikler, mavilikler, yırtıcı olan her şey ve çamur… Dinozorlardan hemen sonrası için diyorum. Izgara plan filan karıştırmayalım, Bahçe Kentler gibi düşünün ama öyle bir bahçe ki “bırak elma dalında kalsın” diyorsunuz. Velhasıl kelam Allah vergisi bir bahçenin içindeyiz. Elma ısırılmış, dinozorların nesli tükenmiş. Arka fonda Lucy in the sky with diamonds, çalıyor.
Lucy ne mi yapıyor? Yok henüz %20’si yüklenmedi bu yüzden ellerini çamurda yıkıyor.
Lucy…
O ilk hatunun izlerini bize getirdi. Erkek kaburgasından olmayanından hani. Öğle yemeğini bitirmiş, yemeğinin izini çamurda bırakıyor. Ne mi yemiş? Sadece Lucy’nin kalıntılarını bulduklarına göre erkekleri yemiş, ne yiyecek! Biz kadınlara da ataerkil kalmış. Erkeği Lucy’nin ataerkili bizim. Başlasın koşturmaca.
Hayır sevgili okuyucum, hayattan kopma iştahtan kesilme bölümüne gelmedik henüz. Azıcık bekler misin?
Saçımızın fönü, uygun kariyerin rüzgarına kapılmışken bozuluyor. Çantamızdaki notlar, birileri itiştirdiği için dökülüyor. Bilgisayar ve cep telefonlarını bu yüzden seviyoruz. Fakat bu sevgiye rağmen okuduğumuz kitapların sayfalarına dokunmayı seçiyoruz. Hayallerimizdeki güçlü adımları atabilmek için hayata biraz sağlam başlamak lazımmış. E bizim temeller sorunlu, çamurdan malum. Kil maskesini niye bu kadar sık kullanıyoruz sandınız? Hayır, hayır Lilith’in iblisleri filan karıştırmayın şimdi. Rivayet o.
Bakımlı ciltlerle, tozu toprağı yutuyoruz sevgili okuyucum. Süreç ve çabalamaktan zor olan başka bir şey var. Hendekler. Yanından geçip gitmek istiyorsun dibi boylamamak için hem, yol belki kısalır diyorsun. “Aman efendim, olur mu hiç öyle, hendek kahvemizi denediniz mi? Kırk yıl kitlemeden bırakmayız” diyor iyi mi?
Hendek kardeş bırak gideyim yoluma, uzattırdıkça uzattırdın. Daha yapacaklarım var. Hayallerim var, ne diyordu o şarkı “Maybe tomorrow the good Lord will take you away” bu yüzden “dream on, dream on”.
Sevgili Hendek,
Sen bu mektubu okurken ben senin bile duymadığın küfürlerle seni anıyor olacağım. Senin bile tanımadığın sülalenin hatıralarına boyut kazandıran sesim uzaya doğru yankılanıyor. Sana şu an bir zamanlar olduğun yerden sesleniyorum. Bir zamanlar içinde böyle boşluk yoktu senin de. Belki de hep böyleydin. Fi tarihini bilemeyeceğim. Ancak içimizdeki boşlukları sadece kendimiz doldurabiliriz. Beni bi sal!
Sevgiler.
İmza: tepende duran kızçe.
Zamanı kontrol edemiyoruz. Ne Lilith’e seslenebiliriz ne elma ağacının etrafına kale inşa edebiliriz ne de ben hendeğin içini doldurabilirim. Zamanın kumlarını biriktirdiğim cam kavanoza kum saati demek dışında pekte şekil veremem geçmişe.
Zorluklarla karşılaşan her insan gibi direnç göstererek ilerledik. Fakat bir yerde tıkandık. Hendeğin içindeydik. Hayattan kopmuştuk işte. Evet sevgili okuyucum. Hendekteki yemekler hiç leziz gelmiyor. Mide bulantısı dışında pek bir hissiyat vermiyor yemeklerin kokusu. Burası biraz karanlık ama yukarıda bir yerde ışığı görüyorum. Tırmanamam sanıyorum yukarı doğru. Çünkü dişimle tırnağımla kazıdıkça hasarım o kadar çoğalmış ki ne diş kalmış ne de hendekten çıkmamı destekleyecek tırnak. Karanlığın boşluğa yayıldığı bir kimsesizlik hali. Hızlı ve aniden kilo kayıpları, kasların ve kemiklerin erimeye başlaması, aman Allah’ım. Herkes kendi kıyametini getirirmiş. Kaç litre ballı viski içersek geçecek?
Ne? Yazının modu mu düşüyor. Açın kapıları, hendekten geliyoruz.
Ve bir müddet sonra fark ediyoruz ki belki de… Bu hendek, çamurdan ilk şekil aldığımız yerdir. Biraz toprak biraz su işte kil maskesi kıvamı, istenmeyen akneler çoğalacak diye artık kendinizi sıkmanıza gerek yok. Pürüzsüz bir cilt için, sağlıklı bir beden ve sağlam bir ruh için uyanış vakti.
Formülü bende sevgili okuyucum çok şanslısın. Neden saadetli günler dedim, çünkü…
Hendek oğlu hendeklerde iyi okusun burayı.
Yanımızda durduk yere kahkaha atan birine kayıtsız kalamadan tebessüm ederek ısrarla ne olduğunu, neye güldüğünü sorarız. Bu soru sadece meraktan değil, mutlu olmayı isteme halinden de.
Âdem ve Havva meselesi mi? Eee. Bunu hiçbir zaman değiştiremeyeceğiz ve şahitlik edemeyeceğiz. Olan oldu. Hayatın akarsularında biraz daha ıslanacağız. Mutlu olmak için bir neden aramakla kalmayıp mutluluğu inşa edeceğiz. Çok mu canımızı sıkıyorlar? Yolumuzu mu kaybettik, navigasyon bizi yanılttı mı? En tecrübeli kayboluşu yaşadın sevgili okuyucu, tebrikler.
Rota yeniden oluşturuluyor.
Malum, yazının yaradılış hikayesiyle ya da farklı versiyonlarıyla alakası yok, şayet Lilith tek başınaymış, ona yüklenmekte olmaz. Fakat bu yazının hendekteyken gördüğü ışığa büyülenerek bakmış genç bir kadınla alakası var. Işığın umuduyla yeni bir yol bulmakla, tırnaklarının güçlenmesini beklemek yerine manikür yapabilecek kadar yenilenmekle alakası var. Çünkü ışık hep oradaydı. Işığın parlaklığı, hayaline güçlüce sarılınca arttı. Hendekte merdiven bile varmış. Merdiveni tırmandıkça varış noktasındaki o hayal tekrar hatırlandı.
Duygulandık benim sevgili okuyucum.
Tatlı yiyelim tatlı konuşalım, nerede benim elmam?
Comments