Hassasiyetin ve samimiyetin uğramadığı bu kasabaya katlanmaya çalışalı dört ay olmuştu. Tek başıma bir odaya kapanmıştım. Oda tüm ihtiyaçlarımı karşılıyordu. Üstünde uyuyabileceğim bir kanepe, sobanın yanında bir minder bile vardı. Kitap okuyacağım zaman minderin olduğu köşede saatlerimi harcardım. Atlas Vazgeçti ya da Atlas Silkindi metaforunun içindeki ben merkezciliğin haklılık payını tartışırım kendi kendime. Bir yandan mandalina kabuklarını sobanın üstüne dizerim ki malikaneme yanmış odun dışında bir koku yayılsın. Odamın karşısındaki banyonun kapıları kapalı olmasına rağmen mandalina kabuğu kokusuyla yanmış odun kokusu yayıldığını işerken fark etmiştim. Bozulan sifonu bir kez daha tamir ettim o gün. Duvarlardaki döküntüleri izledim kanepemin bacaklarıma batan demirlerini düşünmeden. Yaz geldiğinde bu kulübeyi boyamalıydım. Belki ucuz ve yeni bir kanepe bile bulabilirdim. Sobanın üstünde kaynayan çorbamı karıştırmaya başladım. Tam bir haftalık çorba olmuştu, elimin ayarı da hiç olmamıştı. Çorbayı saat yönünde karıştırmaya devam ediyordum, hızlıca karıştırmaya başladım ve bir anda saat yönünün tersine doğru karıştırdım. Yaşadığım keyfin uzun süre devam etmesi için aynı hareketleri birkaç kez yaptım. Kendimi o denli kaptırmışım ki bu mikserliğe kapının çaldığını geç fark ettim. Kilidi olmayan kapıya doğru yürüdüm, soğuk kapı kolunu aşağı doğru bastırdığımda sokağa dolmuş kış, kulübeme misafir olarak girdi.
-Ekmek ve biraz meyve getirdim, dedi. Oysa ondan ne ekmek ne de meyve istemiştim. Zaten pişen bir çorbam vardı. Aslında geldiği iyi oldu belki de. Yoksa bu kadar çorbayı kendi başıma bir haftada bitiremem. Hem çorbam ziyan olmamış olur. Girmesi için elimle içeriyi işaret ettim. Ayakkabılarını çıkardığı gibi bir elinde ekmek diğer elinde meyve torbasıyla titreye titreye sobanın yamacındaki minderin üstüne oturdu. Elindekileri yere bıraktı ve avuç içlerini açıp sobaya doğru uzattı ve ısınmalarını bekledi.
Isınmış ellerinin kudretini biliyordu. Yerde duran kitabı eline aldı ve “Sanki serinin tüm kitapları aynı olay ve farklı karakterler olarak kopyala yapıştır yapılmış gibi. Yani teması demek istiyorum. Bitirdiysen bu sonuncu kitabıydı serinin ama sana başka bir kitap elbette getirebilirim” dedi bilgece.
Ayn Rand burada yakalamıştı işte. Yaşanmakta olan hayatların tümü aynı temanın etrafında farklı şekillerde ve farklı karakterlerle yaşanıyor. Tüm yaşayan düşünceli varlıkların düşüncesiz davranmak gibi bir alışkanlığı var. Aynı gayenin etrafında hızlıca nefes alıyoruz.
Dolu çorba kâsesini uzattım o da bana boş kâseyi uzattı. Sobanın yanında oturmuş çorbalarımıza ekmek banıyorduk.
-Ellerine sağlık, her geçen gün kendini mercimek çorbası konusunda geliştiriyorsun. Hatırlat bir dahaki gelişimde yemek kitabı getireyim sana.
Oysa bir yemek kitabı istemiyordum belki Niteliksiz Adam serisini okumak istiyordum. Boş kaseleri topladı. Halının üstüne dökülmüş ekmek kırıntılarını gırgırladım. Diz kapaklarımı ve belimi ağrıtıyordu bu gırgırlama faslı.
Meyveleri çıkardı poşetten, elmanın kabuklarını soydu, dilimledi ve bana uzattı. Her uzattığı meyvenin lezzeti ayrı güzel geliyordu. Kabukların bazısını sobanın içine attım.
Kitabın kalan son 40 sayfasını seslice okumaya başladı. O okurken ben kanepeye uzanmış gözlerim kapalı bir biçimde hayal ediyordum. Sesindeki naif dokunuş saçlarımın arasında geziyor gibiydi. Kaçıncı sayfada uykuya teslim olmuştum bilmiyorum ama uyandığımda üstümü örtmüş ve gitmişti. Kitabı kontrol ettim, son 20 sayfa kalmış ayraçtan anladığım kadarıyla. Soba sönmüş, odamın içini serinlemişti. Yorganın içine girdim tekrardan ve çıkmak istemedim. Tekrar uyuyakalmışım. Rüyamda onu gördüm, Niteliksiz Adam serisini getiriyordu bana. Fakat daha şıktı kıyafetlerimiz. Temiz bir pantolonu vardı, rengi siyahtı ve dümdüzdü. Beyaz bir gömlek giyinmişti, pantolonu kadar düz biz gömlekti. Kitapları bana veriyor ve uzun saçlarını enseden topluyordu. Kitapları bırakıp içeri gelmem gerektiğini söylüyordu. Bir arabaya doğru yürüdüğümü hatırlıyorum ve kitapları arka koltuğa bırakıyordum. Arabayı kilitleyip geri döndüğümde ise kimse yoktu. Tek kanepeli sobalı evimdeydim. Yalnızdım göç etmeyi unutmuş ahmak bir kuş gibi. Yalnızdım hasta olduğumda bile sobasını yakmak zorunda kalan bir evsiz gibi. Yalnızım yorganın sökülmüş köşesini dikecek kimsesi olmayan bir yabani gibi.
Kelimelerin anlamı duyduklarımdan fazla geliyor bana bu yüzden. Hiç söyleyemeyecek olmamla alakalı bir kimsesizlik çıkmazındayım.
Duymadığın her kelimem için tüm günlerin akşamları gel.
Cevap veremediğim her sorun için,
Yalnızlığımın kutsal köşesi, senin geldiğin her gün içimdeki sevinci farklı şekillerde bastırmaya çalışıyorum. Yemekleri fazla yaptığım zaman sanki hiç gitmeyeceksin. Çayı fazla demlediğimde sanki benimle yaşıyor gibisin. Ama bu kimsesizliğimi örtmeyen senli durumlar çıkmazında kendimi kandırıyorum; çorbam bozulmasın, çay ziyan olmasın, sobanın yanı iki kişilik değil aslında ayaklarımı uzatayım diye böyle gibi ve gibi…
Kalabalık köşelerinde bana da bir yer ver her akşam ziyaret edişinin hatırına. Rahatsız etmez hiçbir hareketim, sesimde çıkmaz lalim bilirsin.
Kulaklarımı seninle doyurmak istiyorum ki gözlerim seni gördüğünde hayal görüyor sanmasın.
Comments